sinema vs.

Salı, Şubat 27, 2007

!f Ankara

Özel istek üzerine, Ankaralı sinefillere !f İstanbul’dan tüyolar:

Bilek Kesenler - Bir Aşk Hikayesi
Ölümden öte köy var mı, diye şüphe edenlere duyurulur: İşte size bu köyde geçen nefis bir aşk hikayesi. Dağıtımcı bulursa, ki Tom Waits gibi ticari avantajları da var, muhtemelen “Araf’ta Aşk” gibi fiyakalı bir Türkçe uyduruk ismiyle gösterilir! Bu arada katalogda atlanmış ama, senaryo Etgar Keret’in popüler olmuş “Kneller’s Happy Campers” adlı uzun öyküsünden uyarlama.

Dünyalılar

İnsanoğlunun en tehlikeli ve yırtıcı hayvan olarak portresi. Dehşet verici ve iç paralayıcı olduğunu söylemeye gerek var mı? Tolstoy’un filmde alıntılanan sözüne ekleyecek fazla şey de yok: “Mezbahalar varoldukça, savaş alanları da varolmaya devam edecektir.”

Gündüz Gece Gündüz Gece
Dardenne’lerin Rossetta’sı stilinde başlayıp dramatik gerilimi ve merak duygusunu sonuna kadar ayakta tutan, ama finalde ne diyeceğini kestiremeyen, ya da bir şey demeye çalışıyorsa da, bunu düşünsel bir zemine oturtamayan, kısaca biraz
heba olmuş bir çaba.

Çığlık Çığlığa Başyapıt
İsim çevirisi kulağı tırmalasa da (Screaming Masterpiece: “Başyapıt Çığırtmak” olabilir miydi acaba?), genelde kulağa iyi gelen bir film.
İzlanda müziğinin Björk, Sugarcubes ve Sigur Ros’tan ibaret olmadığını gösteriyor en azından. Açıkçası, bu müziğin yaratıcı potansiyelinin sinemasal karşılığını sunmaktan uzak, ama sunduğu tadımlık müzikler ve en sonda Björk’ün utana sıkıla söylediği akıllıca sözün hatırına izlenesi bir film. Aşağı yukarı şöyle diyor Björk: “Bu lafımı filmde ister kullanın ister kullanmayın, size kalmış; ama ne zamandır buna dair bir şeyler yapmak istiyorum. Bana göre, bütün devletlerin ulusal marşları birbirinin aynısı. Hepsinin o ülkeye has olduğu söylenir, ama müzikleri hep aynı. Bu konuda bir şeyler yapmanın zamanı geldi…” (Bu arada meraklısı için, festivalde müzik belgeselleri gani gani: Glastonbury, Kurt Cobain, vs.)

Taxidermia: Gözünüz kesiyorsa buyurun!

Tepetaklak Nelson: Yine bir çeviri kazası; ama izleyin, pişman olmazsınız.

Erkek-kadın muhabbetleri üzerine iç bayan, uzak durulası filmler: Vahiyler; Sabun Köpüğü… Bir de “geleceğin Tarantinoları, Soderberghleri, vs.” diye takdim edilen yönetmenlerden nedense uzak durmak gerektiğini hissetmişimdir hep.


Son olarak, Ankara’ya maalesef uğramayan iyi filmlerden: Şafak; Başka Hatunlarla Muhabbet.


!ften püften bir not:
Obses!f.tv, Akt!fist gibi hoşlukları sürdürmek isterlerse, !f’çilere gelecek seneler için bölüm başlığı önerileri...
Muhal!f : Küreselleşme karşıtı filmler
Agres!f : Şiddet filmleri
Pas!f : Etliye sütlüye dokunmayanlar
Nah!f : Düşük bütçeli, gariban filmler
Zar!f : En bir şık yaratıcılık numuneleri
Müsr!f : Tüketim karşıtı bilinçlenme şeyleri
Mas!f : Baş-başyapıtlar!
Portat!f : Festivalin gezici versiyonu
!ftar: Ramazana denk gelmesi durumunda, bir yan etkinlik olarak…

Dip not:

!f Ankara, 1-4 Mart tarihlerinde ANKAmall’da…



Pazartesi, Şubat 19, 2007

Hatıralar kuş misali...

Bir foto-muhabirin objektifinden...
Myron Campbell'in interaktif sergisine de buyrun. (Tavuk kesmece yok!)
Sergi çıkışı, yine buradayız. Çaya bekleriz...

Etiketler:

Perşembe, Şubat 08, 2007

Eros ile thanatos arasında

“Yaşamın tam ortasında sanırken kendimizi
Ölüm hıçkırır birden içimizde
Ta içimizde…” *


Az önce içinden geçtiğimiz tüneli unutacağız, çabucak. O kısa aradan sonra, ‘hayat normale dönecek’. Işık gözümüzü alacak, renkler yerine oturacak. Heyhat! Gündelik lagalugalarımıza döneceğiz, eninde sonunda. Akşamları iki tek atacağız dostlarla. Gittiğimiz, gideceğimiz filmleri konuşacağız. Mesela bu haftasonu, epey hareketli geçecek: Cuma akşamı Will Oldham’ı kaçırmayacağız. Kimileri onu takma ismiyle tanıyacak: Bonnie ‘Prince’ Billy… Hazır söz ondan açılmışken hoş bir sohbetine link vereceğim, hatta şuraya minik bir alıntı da koyacağım, hoşunuza gedeceğini bilerekten:

- What haven’t you done in life that you madly still want to do?

- (…) Since I was a little boy I wanted to press my naked body against that of Farrah Fawcett. It isn’t too late, I know.

Dahası, blogumuzun içeriğine binaen –ki epey ihmal ediyoruz kendisini-, BPB’nin sinema oyuncusu da olduğunu, daha üç beş gün önce Rotterdam’da ödül alan Old Joy’un başrolünü üstlendiğini, merak edenler için bu filmin yakında İstanbul Film Festivali’nde de gösterileceğini eklemeden edemeyeceğim. Kesmediyse, yıllar önce bir Dogme filminde (Julien Donkey-Boy) rol aldığı bilgisini de ekleyeceğim, meraklı okurlarımı düşünerek…

Bu arada, bültenler saat başı bilmem nereye bağlanmaya devam edecek. Anahaber spikerleri, Ceylanpınar’da 44 işçiyi taşıyan kamyonun dereye uçtuğu, 2 cesedin çıkarıldığı, 9 kişinin halen kayıp olduğu haberini geçecek. Ekrana gözucuyla bakarken, dere kenarında umutsuzca bekleşen kayıp yakınlarının helikopterden çekilmiş görüntüleri ilişecek gözümüze. Çoğu kadın olan işçilerin devlete ait bir çiftlikte koyun sağma işi yaptığını, günde 2 ytl karşılığı sabah 6’dan akşam 5’e kadar sigortasız çalıştığını anlatan spikerin diksiyon terbiyesi almış sesi, RealPlayer’den gelen Awara Hoon şarkısına karışacak. (Siz bunu okuyunca, ne menem bir şey olduğunu merak edip google’da aratacaksınız belki de ve çok tanıdık gelecek, kim bilir?)

Talvin Singh de geliyormuş Garajİstanbul’a, ne güzel…



Isınma turları atan ifistanbul’a ramak kaldı şunun şurasında. Velhasıl, önümüzde bayağı hareketli, bereketli günler bekliyor. Haftasonu, Aziz Valentine sağolsun, piyasalar canlanacak bir hayli. Satış grafikleri tavan yaparken, Irak’tan gelen günlük rakamlar borsa endeksleriyle başabaş gidecek.

Ve hayat devam edecek, daha da hızlanarak. Günler, haftalar, aylar arası maraton kovalamacasında dereceye girecek bazımız. Yerli filmlere koşturacağız, abuk sabuk, ki yenileri çekilebilsin… Hollywood filmlerini besleyeceğiz, Pentagon yeni ülkeleri işgal bütçesini denkleştirsin diye.

Normale döndüğüne göre hayat, memleket sırtlanları da işbaşı yapacak. Vakit yitirmeden yeni cinayetler planlanacak. Beyaztürkler kalemlerini şapırdata şapırdata hedef çizecek, beyaz bereli mangalarsa taze mermileri sürecek ruhsatlı tabancalarına. İstihbarat birimlerine yeni elemanlar alınacak, gelen ihbarların turşusunu kurmak üzere. İşte böyle herkes işini layıkıyla yapadursun, biz sevgiliyle 14 Şubat planları yapacağız. Bize dokunmayan asayiş, berkemal olacak.

Ve hayat devam edecek, eskisi gibi olmasa da… Arada, içinde duduk geçen bir parça dinlerken, belli belirsiz bir görüntü diken gibi batacak belleğimize:



Görüntü kaybolacak hemen. Hayatın ışığı gözümüzü alacak yine. Yeni bir tünele girene dek…

*R. M. Rilke

Pazar, Şubat 04, 2007

Portfolio vs.

Sebastiao Salgado - Serra Pelada altın madeni, Brezilya, 1986.

Salgado'nun Hindistan'ı >>
Kanlı Elmas >>

Perşembe, Şubat 01, 2007

Önceden duyurulmuş bir ölümün güncesi

"... Namusa tecavüz etmekle suçlanmanın kendisine neye mal olacağını çok iyi bilen Santiago Nasar, öldüğü sabah gerçekten de hiçbir kuşkuya kapılmamıştı. Çevresindeki insanları ve onların doğal kurnazlıklarını biliyordu. Ayrıca ikiz kardeşlerin ilkelliğinin acı bir alayı kabul etmelerine olanak vermeyeceğinin de farkındaydı. Yüksek toplum adamı görünüşünün altında herkes gibi çevresinin önyargılarının bir tutsağı olduğunu bilmemesi de olanaksızdı. Bu koşullar altında kesin tasasızlık, kesin ölüm demekti. Son anda Vicario kardeşlerin öldürmek için kendisini beklediklerini anlayınca, sonradan sık sık söylendiği gibi paniğe kapılmamış, ama suçsuzluğun şaşkınlığını göstermişti.
(...) Kuşkusuz Santiago Nasar'ı herkes aynı ölçüde sevmiyordu. Elektrik santralının patronu olan Polo Carrillo, ondaki rahatlığın suçsuzluğun değil de, utanmazlığın belirtisi olduğunu söyledi ve 'Parasına güvenip kimsenin kendisine bir şey yapamayacağını sanıyordu,' dedi. karısı Fausta Lopez de 'Buradaki bütün Araplar gibi,' demekle yetindi. Indalecio Pardo, Clotilde Armenta'nın dükkanına uğramış, bu sırada ikiz kardeşler ona piskopos gider gitmez Santiago Nasar'ı öldüreceklerini bildirmişlerdi."
G. G. Marquez, Kırmızı Pazartesi (Çev. Faik Baysal)