Cumartesi, Mayıs 06, 2006

Ay ışığı azabı

Anglosaksonların dilinde “moonlighting” diye tuhaf bir deyim var; insanın aklına ay, ışık, mehtap gibi şeyleri getiriyor, ama Redhouse’a bakılırsa “asıl işinin dışında da işler yapmak” anlamına geliyor.
Polonyalı usta Jerzy Skolimowski’nin 1982 tarihli Moonlighting diye bir filmi vardı işte. Jeremy Irons’ın en iyi rollerinden birinde bir ustabaşını canlandırdığı muhteşem bir hikaye anlatır. TV’lerimiz “Ayışığı” (bitişik olarak) diye çevirdiler; filmin içeriğinde bu isme dair en ufak bir ima olmadığı halde. Her neyse…
Filmde, Polonyalı bir diplomatın Londra’daki evinin tadilatını yapmak üzere Varşova’dan buraya yollanan dört garibanın ‘hayatta kalma’ mücadelesi anlatılıyor. İşçilerin dış dünyayla biricik bağlantısı, aralarında İngilizce bilen tek kişi olan ustabaşı, yani Jeremy Irons. Aksilik bu ya, tadilat işi sürerken memlekette darbe oluyor. Londra-Varşova uçak seferleri iptal ediliyor. Olayı TV ekranında tesadüfen gören ustabaşının etekleri tutuşuyor, durumu işçilere çaktırmamaya çalışıyor. Bundan sonrası, ustabaşının maiyetindeki üç işçiye bir şey sezdirmeme ve yabancı bir diyarda parasız pulsuz ayakta kalmak için durmadan zeka oyunları icat etme hikayesi…
Bu film nereden aklıma geldi şimdi? Şuradan: Evinden olmak berbat bir şey. Akabinde gelen taşınma işi daha da berbat bir iş. Böyle bir iş de yoktur zaten, ‘moonlighting’ bir uğraştır. Mecbur kalındığı için yapılır sadece. Edebi söylem düzeyinde sıkça romantize edilen yertsiz-yurtsuz olma hali de hiç matah bir şey değildir ayrıca. Hele de durduk yerde, kendi isteğin dışında evsiz barksız kalmak, yatağından, kitaplarından, adsl’inden bir süre de olsa uzak düşmek, özgürleşme falan değil fena bir esaret haliymiş meğer. Bu da böyle biline…
Uzatılmış bir ev arama/taşınma/tadilat/yerleşme sürecinin azabıyla yazılmış olan bu satırları, güzel bir güfteyle noktalayalım. Gittiğiniz bir film hakkında, söylemek isteyeceğiniz her şeyi çok daha iyi söyleyen bir yazıya -en güzel yazılar onlar değil midir zaten- denk gelmek istiyorsanız ve de gözünüzden kaçtıysa, şöyle buyrun… Son günlerde okuduğum en oturaklı film analizi diyebilirim. Dedim de.

4 yorum:

Blogger Isil Simsek diyo ki...

Madem telaseniz bitmis artik, güle güle oturun diyebiliriz, degil mi? Mutlu günler getirsin yeni eviniz.

06 Mayıs, 2006 18:16  
Blogger Ç. diyo ki...

doğru demişsiniz efendim. gerçekten de yertsiz, yurtsuz olmak çok feci bir şeydir. neden bu kadar romantize ederler de anlamam ben bu durumu.

08 Mayıs, 2006 02:34  
Blogger gadjo diyo ki...

Isil s.:
teşekkür ederim iyi dilekler için :))
lakin, yorumlari böyle geç yanıtlamamdan da anlaşılabileceği gibi ne yazık ki, telaşemiz bitmedi daha. henüz yerleşemedik. aslında işin zevkli kısmı başlıyor bir bakıma, yerleşip yayılma faslı...

ç.: hadi simgesel anlamda ulvi bir şeylere tekabül ediyor olabilir, ama bir de evsizlere sorsak!
neyse efenim, aslında benimki küçük burjuva şımarıklığı tabi. yoksa evsiz falan kalmış değilim, altı üstü rahatım kaçtı zamansız taşınarak.

10 Mayıs, 2006 00:30  
Blogger Ç. diyo ki...

hepimizde var o küçüğk burjuva şımarıklığı. hayata oradan bakıyoruz ve bu yüzden çok fazla eleştiriyoruz... arada kalmışlık işte.

10 Mayıs, 2006 16:20  

Yorum Gönder

<< Home