Pazar, Mart 18, 2007

Mutluluğun resmini şeyyettiren film

İzleme bahtsızlığına uğradığım “Mutluluk” adlı filmi nasıl tarif etmeli, bilemiyorum. Talat Bulut’un filmde bol kepçeden sarfettiği o felsefi cümleler de yardımcı olamıyor, salondan çıkarken içimi ezen öfkeyi izah etmeye… Yahu kardeşim, ölümle burun buruna yaşayan genç bir kızın trajedisi, bir üst tabaka entelektüelinin -sözümona- varoluşsal zırvalarına bu kadar mı çerez edilir? İnsan, namus cinayeti gibi ağır bir meseleyi, bu meselenin ortasına zembille inen İstanbul burjuvazisine fındık fıstık niyetine servis ederken hiç mi sıkılmaz, bir nebze ahlaki rahatsızlık duymaz?

Van Gölü kıyısında şaşaalı bir sahneyle ve tecavüz/namus cinayeti bahsiyle açılan bir filmin, sonunda gelip Bodrum sahillerinde sürat motoruyla kovalamaca sahnelerine kadar dayanması, -mutluluğun değilse bile- muasır medeniyetler seviyesine ulaştığımızın resmi de sayılabilir, tabii… Filmin yaratıcısı, “Dışişleri Bakanlığı 'Mutluluk'u alıp yurtdışında gösterse, bakın biz buyuz dese bence yeridir. Çünkü şahane bir Türkiye panoraması var filmde” diyorsa, bu abukluklar silsilesini ‘alın size şahane bir Türkiye portresi’ diye burnumuza dayıyorsa, bize laf düşmez artık. Bırak şimdi Türkiye'yi mürkiyeyi de, sen adam gibi tutarlı bir hikaye anlat önce, demek de bize düşmez…

Filmin bu ulvi misyonunu öğrendikten sonra, ‘sahte’ bir hayattan kaçmak için kurtuluşu Bodrum kıyılarındaki lüks yatına sığınmakta bulan profesör tiplemesini de (ismi de pek manidar: İrfan Bey!) sineye çekeriz icabında… Ki bir sosyologun aldığı maaşla havuzlu, kapalı garajlı lüks evlerde yaşayabildiği, Ege kıyılarında demirlemiş koca bir yelkene sahip olabildiği bir Türkiye burası, her şey mümkün!

Peki ya, Özgü Namal’ınki dışında, hepsi birbirinden klişe o kadın tiplemelerine ne demeli? Profesör olacak adamın salak karısı, ‘çıtır’ öğrencisi, Yeşilçam filmlerinden fırlamış ağlak annesi, Meryem’in köydeki üvey anası, öldürülmeye giden akranlarının arkasından kikirdeyen komşu kızları… Filmdeki neredeyse bütün kadınlar, bu kadar mı basmakalıp/kötücül çizilir?

Şimdi devir tehdit ve sindirme devri ya; şeytan diyor, hani şu ‘ülkemizi batıya tanıtma sorumluluğunu’ omuzlarında hisseden reklamcıdan bozma sinemacıları topla, İrfan Abi’nin yelkenlisine tık, açıklara sürüp günlerce aç susuz bırak. Ta ki şunu belletene kadar: Derdiniz tanıtımsa, onu yapın kardeşim. Dışişleri’yle ortaklaşa tanıtım filmi çekin, ne haliniz varsa görün… Ama, namus cinayeti gibi yakıcı meseleleri sömürmeden, entelektüel zırvalığınıza malzeme etmeden yapın bu işi. Akıllı olun!

Barnes & Noble kitabevi zincirinin ödül komitesine de bir çift sözüm olacaktı, ama Türkçe anlamaz ki haytalar...