Çarşamba, Aralık 13, 2006

General gerçekten öldü mü?

“[...] Ne kadar adi olursa olsun bir insanın ölümünü bir sevinme vesilesi haline getirme teşebbüslerini hep ihtiyatla karşılamışımdır, fakat bu olayda, sevinçle karşılanan şeyin bir adamın ölümü değil, bilakis, yeni bir ulusun doğuşu olduğunun farkına vardım.

Santiago tepelerinde dans edip duranların tekrarlayıp durdukları tek bir sözcük vardı ve o da gölge sözcüğüydü. Bir kadın, La sombra de Pinochet se fue,” (Pinochet’nin gölgesi kalktı) dedi, sonra başka bir adam onun sözünü tekrarladı ve birden başkalarının ağzına yerleşti: Onun gölgesi kalktı, Pinochet’nin gölgesinden çıktık. Sanki bin vebanın laneti bu topraklardan silinip gitmiş gibi, sanki bir daha hiç korkmayacakmışız gibi, sanki bir daha hiç geceleri helikopter sesleri duymayacakmışız gibi, sanki bir daha hiç hava acıyla ve şiddetle kirlenmeyecekmiş gibi...

Tiranın ölümünü kutlayanların (ki çoğu gençti) gözünde, Augusto Pinochet’nin fesat ve pişman olmak nedir bilmez kalbi çarpmaz olduğu zaman sanki bir şey kesin olarak, şatafatla kırılmıştı. Onlar -benim gibi- hayatlarını bu anı, artık büyümemiz ve ters giden her şey ama her şey için Pinochet’yi suçlamayı kesmemiz gereken bu anı, onun ufkumuzdan kaybolduğu bu anı, karanlığın kalktığı bugünü, ülkemizin sıfırdan başlamak üzere arınacağı bu Aralık ayını bekleyerek geçirmişlerdi.

General gerçekten öldü mü? Hayatımızın her şizofrenik aynasını görüntüsüyle kirletmeyecek mi artık? Şili bölünmüş bir ülke olmaktan çıkacak mı? Yoksa o, geleceğin annesi, Santiago’nun orta yerinde sevinç içinde zıplayıp duran, bugünden itibaren her şeyin farklı olacağını, çocuğunun Pinochet’nin ebediyen defolup gittiği bir Şili’de doğacağını yedi düvele haykırıp duran yedi aylık hamile kadın mı haklı çıkacak?

Bu ülkenin ruhu için vereceği kavga yeni başladı.”

Ariel Dorfman

Pinochet’nin ölümünün duyulduğu gece, Santiago, Şili
(NY Times, 12.12.2006, Çev: O. Akınhay)

2 yorum:

Blogger Laia diyo ki...

bana öyle geliyor ki, generaller hiç ölmüyorlar. birden çok kuşağı etkileyen darbeleri, ve onun destekçileri, ve gönüllü kulluğumuzun yaratan komplekslerimiz sayesinde, ölmemeyi, bir şekilde beceriyorlar. ama çağımız özgü cılız umutları abartarak var olmak, ya da daha acıklısı "gösteri"nin bir parçası olmak adına seviniyoruz.
galiba baklayı tam çıkarmak lazım: seviniyormuş gibi yapıyoruz.

20 Aralık, 2006 23:14  
Blogger gadjo diyo ki...

o kadar umutsuz olmamak lazım, laia.
netekim, bugün biri daha 'eksildi': Türkmenbaşı Saparmurat Niyazov. operayi, baleyi, kütüphaneleri kapattıran, dev heykellerini Türkiye'deki ustalara yaptıran diktatörün ardından, Gül gibi dışişleri bakanımız derin üzüntülerini bildirmiş. cümbür cemaat cenazeye gitmeye hazırlanıyorlar.
ne diyelim, başları sağolsun!

22 Aralık, 2006 01:07  

Yorum Gönder

<< Home