sinema vs.

Salı, Ekim 24, 2006

عيد سعيد

Kapıyı çalıp duran temiz giyimli çocuklara verecek şekerim yok. Doğrusu bayram kutlamaya gönlüm de yok. Yine de mümkün olsa, Mani ile kardeşi Bani’nin bayramını kutlamak isterdim bugün. Sekiz ay kadar önce kısa bir tanışlığımız oldu. Dünyanın en yoksul ülkesinin başkentinde, Dakka’nın sokaklarında yaşıyorlar... mıdır hala acaba?

Şeker niyetine, Nazım'ın şiirinden bir tutam:

Yapıcıların yüreği
bayram yeri gibi cıvıl cıvıl,
ama yapı yeri bayram yeri değil.
Yapı yeri toz toprak,
çamur, kar.

* Üstteki resimde ve başlıkta, “Eid said - mutlu bayram(lar)” yazıyor.

Salı, Ekim 17, 2006

Super 8!

St. Petersburg'un ünlü Nevsky Prospect'inde kaldırımda dans eden minik bir balerine LU isimli müzisyenin notaları eşlik edince ve bunlar zekice bir kurguyla buluşunca 4 dakikalık sevimli bir kısa film çıkmış ortaya:


Untitled #1
(Yön: Masha Godovannaya, 2005)

Daha fazla kısa film ve video için >>

Zaman: Görünmez bir mezarlık

“Oh yes, the world will always welcome lovers
As time goes by”

Akıp geçiyor, evet. Su gibi diyeceğim, ama daha çok pis bir su... Ya da görünmez bir mezarlığa dönüşüyor, şairin dediği gibi. (Şaka maka, şair de bir yıl olmuş buralardan göçeli.)

Şu geçen zaman boyunca, buraya yazılmaya niyetlenip de yazılamayanlar, ayrı bir yazı oluşturacak kadar kabarık ya; belki o yazıyı da yazmalı, ‘günü gelince’... Bazı günler öyledir, gelmek bilmez bir türlü. Öte yanda başka günler, haftalar, aylar birbirini kovalar,
şekilde görüldüğü gibi. Blog/günlük tutmak da biraz böyle bir şey midir? İçinden zaman akıtan minik bir dere yatağı?.. (peh, peh!)

Bu zaman zarfında, mezarlık daha bir kalabalıklaştı. Koskoca Gillo Pontecorvo da kervana
katıldı, toprağı bol olsun. Edward Said’e göre politik sinemanın en önemli iki örneğine imza atmış olan usta, 12 Ekim’de 86 yaşında dünyamızdan göçtü. Onu hatırlayacak bir TV kanalı çıkar mı dersiniz? En azından Cezayir Savaşı’nı bulup gösterecek bir babayiğit?.. Çıksa bile, filmin ya da yönetmenin hatırına değil, şu Fransa’ya haddini bildirmek için gösterirler, olsa olsa. (Filmin, vaktinde Fransa’da bir süre yasaklı olduğunu da hatırladık bu vesileyle.)

Bir kaç hafta önce de, yıllar yılı Bergman filmlerinin ‘ebeliğini’ üstlenen Sven Nykvist, 83 yaşında
veda etmişti. Sinemanın gelmiş geçmiş en iyi görüntü yönetmenlerinden biriydi ve şu sözün sahibiydi: “Sadeliğe ulaşmak için 30 yıl uğraştım.”

O sadeliği yok etmek için ne servetler harcanıyor oysa. Off, off... Güz havası mıdır nedir, bugün içimiz kararmış bir kere.


Neyse ki, elde Ken Loach var. Hem de aynı anda iki filmiyle birden; birinde aşkın, diğerinde savaşın gündüz ve gecelerini anlattığı... Her daim hayata bakan, hayat kadar karamsar, bir o kadar iyimser bir göz.

Ae Fond Kiss'e adını veren Robert Burns şiirinden:


Ae fond kiss, and then we sever;
Ae fareweel, alas, for ever!
Deep in heart-wrung tears I pledge thee,
Warring sighs and groans I'll wage thee.

Cumartesi, Ekim 14, 2006

Soy-kırım

Hannah Arendt’in 100. doğum günü anısına saygıyla:

“Irk, Afrika’nın kahredici canavarlığına Boer’lerin verdiği bir karşılıktı –bütün bir kıta vahşilerle dolup taşıyordu-; ‘berrak bir gökte parlayan bir ışık’ gibi onları saran ve aydınlatan çılgınlığın açıklamasıydı: ‘Bütün vahşileri yok et’. Bu yanıt, yakın tarihin en korkunç kitle katliamlarına yol açmıştır: Boerler’in Hotanto kabilelerini yok etmesi, Carl Petes’in Alman Güney Afrikası’nda yaptığı vahşi katliamlar, barışsever Kongo halkının ortadan kaldırılması (20 ila 40 milyonluk bir nüfus 8 milyona inmişti)...”
H. A. (Totalitarizmin Kaynakları 2: Emperyalizm, İletişim Yay., s.116)

“We must kill them. We must incinerate them. Pig after pig, cow after cow, village after village, army after army. And they call me an assasin. What do you call it when the assasins accuse the assasin?”
Colonel Kurtz (Apocalypse Now, 1979)