sinema vs.

Çarşamba, Mart 28, 2007

Festivalden...

Bu seneki Film Festivali'nin tanıtım filmi pek bir illegal...

Asia Argento, 5 Nisan'da DJ olarak Babylon'u yerinden oynatacak muhtemelen. Genç hayranlarının sorduğu sorular ile yanıtları da az eğlenceli değil. Türkiye'den Samira'nın sorusu ve el-cevap:

- Do you have a tip for us girls on how to conquer guys and feeling sexy?
- Stop shaving your armpits.

Etiketler: ,

Pazartesi, Mart 26, 2007

10 belgesel

“Yol kıvrımlı olunca, düzgün yürüyemezsin...”
--Roman atasözü



Meraklısı için İstanbul Film Festivali'nden seçme belgeseller:
  • Kara Altın
    İçtiğimiz bir yudum acı kahvenin, ta Etiyopya'larda başlayan acı ama gerçek öyküsü. Çokuluslu kartellerin bu alandaki marifetlerini gördükten sonra, bakalım her yerde pıtrak gibi biten Starbucks'lara aynı gözle bakabilecek miyiz?
  • Çingeneler: Kıvrım Kıvrım Yollar
    Amerikan belgesel sinemasının efsanevi isimlerinden Albert Maysles'in de çekimlerine katkıda bulunduğu bu şen şakrak film, en bilinen beş roman grubunun peşine takılarak seyirciyi benzersiz bir yolculuğa çıkarıyor. Bu karavanda herkese yer var...
  • Daima
    Günümüzün en yetenekli belgeselcilerinden Heddy Honigmann'ın son belgeseli. Yönetmenin en iyi filmi olmamakla beraber, Paris'teki Père Lachaise mezarlığına kurduğu kamerasıyla yine birbirinden güzel anlar/karakterler yakalıyor.

  • İran: Bir Sinema Devrimi

  • Büyük Satış

  • Ebu Garib’in Hayaletleri

  • Şeker Perde

  • Bu Filme Henüz Yaş Sınırlaması Getirilmedi

  • Gençler Yürüyor

  • Pasolini Yanıbaşımızda

* Keşke, Rold de Heer'in festivaldeki filmi On Kano'nun yapım serüvenini, nasıl bir sabır ve azimle gerçekleştirildiğinin trajikomik öyküsünü anlatan The Balanda and the Bark Canoes adlı belgeseli de izleyebilseydik!

Etiketler: ,

'Neyi kutluyoruz böyle?'

“Vahşetten daha fazla vahşeti önlemek için kurulan AB’nin Darfur’daki katliamları önlemek için söyleyecek bir sözü, uygulayacağı bir prensibi, yapacak bir şeyi yok mu? Srebrenitza’daki ödleklik tekrar mı edilecek? Eğer öyleyse, biz neyi kutluyoruz?

Etiketler: ,

Pazar, Mart 18, 2007

Mutluluğun resmini şeyyettiren film

İzleme bahtsızlığına uğradığım “Mutluluk” adlı filmi nasıl tarif etmeli, bilemiyorum. Talat Bulut’un filmde bol kepçeden sarfettiği o felsefi cümleler de yardımcı olamıyor, salondan çıkarken içimi ezen öfkeyi izah etmeye… Yahu kardeşim, ölümle burun buruna yaşayan genç bir kızın trajedisi, bir üst tabaka entelektüelinin -sözümona- varoluşsal zırvalarına bu kadar mı çerez edilir? İnsan, namus cinayeti gibi ağır bir meseleyi, bu meselenin ortasına zembille inen İstanbul burjuvazisine fındık fıstık niyetine servis ederken hiç mi sıkılmaz, bir nebze ahlaki rahatsızlık duymaz?

Van Gölü kıyısında şaşaalı bir sahneyle ve tecavüz/namus cinayeti bahsiyle açılan bir filmin, sonunda gelip Bodrum sahillerinde sürat motoruyla kovalamaca sahnelerine kadar dayanması, -mutluluğun değilse bile- muasır medeniyetler seviyesine ulaştığımızın resmi de sayılabilir, tabii… Filmin yaratıcısı, “Dışişleri Bakanlığı 'Mutluluk'u alıp yurtdışında gösterse, bakın biz buyuz dese bence yeridir. Çünkü şahane bir Türkiye panoraması var filmde” diyorsa, bu abukluklar silsilesini ‘alın size şahane bir Türkiye portresi’ diye burnumuza dayıyorsa, bize laf düşmez artık. Bırak şimdi Türkiye'yi mürkiyeyi de, sen adam gibi tutarlı bir hikaye anlat önce, demek de bize düşmez…

Filmin bu ulvi misyonunu öğrendikten sonra, ‘sahte’ bir hayattan kaçmak için kurtuluşu Bodrum kıyılarındaki lüks yatına sığınmakta bulan profesör tiplemesini de (ismi de pek manidar: İrfan Bey!) sineye çekeriz icabında… Ki bir sosyologun aldığı maaşla havuzlu, kapalı garajlı lüks evlerde yaşayabildiği, Ege kıyılarında demirlemiş koca bir yelkene sahip olabildiği bir Türkiye burası, her şey mümkün!

Peki ya, Özgü Namal’ınki dışında, hepsi birbirinden klişe o kadın tiplemelerine ne demeli? Profesör olacak adamın salak karısı, ‘çıtır’ öğrencisi, Yeşilçam filmlerinden fırlamış ağlak annesi, Meryem’in köydeki üvey anası, öldürülmeye giden akranlarının arkasından kikirdeyen komşu kızları… Filmdeki neredeyse bütün kadınlar, bu kadar mı basmakalıp/kötücül çizilir?

Şimdi devir tehdit ve sindirme devri ya; şeytan diyor, hani şu ‘ülkemizi batıya tanıtma sorumluluğunu’ omuzlarında hisseden reklamcıdan bozma sinemacıları topla, İrfan Abi’nin yelkenlisine tık, açıklara sürüp günlerce aç susuz bırak. Ta ki şunu belletene kadar: Derdiniz tanıtımsa, onu yapın kardeşim. Dışişleri’yle ortaklaşa tanıtım filmi çekin, ne haliniz varsa görün… Ama, namus cinayeti gibi yakıcı meseleleri sömürmeden, entelektüel zırvalığınıza malzeme etmeden yapın bu işi. Akıllı olun!

Barnes & Noble kitabevi zincirinin ödül komitesine de bir çift sözüm olacaktı, ama Türkçe anlamaz ki haytalar...

Salı, Mart 13, 2007

A. Nesin'den mektup var

10 Mart 2007

Sevgili Dostlar,
Dehsetengiz bir karalama kampanyasiyla karsi karsiyayiz. Bunun sonunu hic hayirli gormuyorum. Sadece Nesin Vakfi acisindan degil, Turkiye ve insanlik acisindan da.
Eger bunca ozveriyle kurulan ve yasatilmaya calisilan bir cocuk kurumuna boylesine alcakca ve acimasizca camur atilabiliyorsa, gerisi benim hayal gucumu asiyor.
Sonucta cocuk bakiyoruz... Yemiyoruz yediriyoruz, isinmiyoruz isitiyoruz.
Nesin Vakfi’na ve kimsesiz cocuklara bakan diger kurumlara hayasizca saldiranlar, sokak cocuklarindan, tinercilerden, kapkaccilardan, sokakta yasanan vahsetten yakinma haklarini kaybettiklerini biliyorlar mi acaba?
Cocuk kurumlarinda calisanlar buyuk bir ozveriyle yokluk ve zorluklarla bogusurlar. Uc kurus maasa... Kimi zaman da gonullu... Tek mutluluklari yuzleri gulen cocuklardir. Onlar bu toplumun isimsiz kahramanlarindandir, bu toplumu toplum yapan degerleri yasatan kisilerdir.
Nesin Vakfi’nda bir “anne” dort cocuga bakar. Gecenlerde TV kanalında izlediginiz devlet kurumunda cocuklari doven “anne” kac cocuga bakiyordu? Saydiniz mi? 30 muydu? Herhalde. Siz hic 30 cocuga baktiniz mi? 30 cocuga bakmanin ne demek oldugunu bilir misiniz? Ustelik hangi cocuklara, hangi ortamda, hangi kosullarda...

Lütfen devamını da okuyun! >>

Ali Nesin

Pazar, Mart 11, 2007

WFF in Seoul

Hoş festival...

Pazartesi, Mart 05, 2007

8 Mart vesilesiyle


“…Nobel Prize novelist Thomas Mann called her a “ravaged angel.” Nobel Prize novelist Roger Martin du Gard saw her “walking the earth with the beautiful face of an inconsolable angel.” Carson McCullers was madly in love with her, dedicated “Reflections in a Golden Eye” to her, took care of her when Annemarie slit her wrists over a love affair gone wrong with some other woman.” --Jerry Tallmer
Kadınlar gününe ramak kala, varlığından yeni haberdar olduğum* ve tanımaktan pek memnun olduğum bir melek-kadını anarak... Adı: Annemarie Schwarzenbach... 1908’te İsviçre’nin en zengin ailelerinden birinin kızı olarak doğmuş; dünyayı savaş tamtamlarının sardığı 1942’de hayata erkence veda etmiş. Üstelik hayli trajik biçimde; bisikletten düşerek...
34 yıllık yaşamına, gezginlik, yazarlık, gazetecilik, fotoğrafçılık gibi pek çok beceri, sıkı bir anti-faşist mücadele, ağır bir morfin bağımlılığı, başarısız bir evlilik, Thoman Mann’in çocukları Klaus ve Erika Mann’la uzun erimli bir dostluk ilişkisi, çeşitli intihar girişimleri ve psikiyatrik tedaviler sıkıştırabilmiş bir kadın! (Magazin meraklıları için ek: İran’da Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi’nin kızıyla yaşadığı aşk, o vakitler büyük skandal olmuş.)
Hayatının son on yılını, Ortadoğu, Asya, Amerika gibi diyarlarda gezinerek ve gözlemlerini yazarak/görüntüleyerek geçirmiş. Kısaca, kısa yaşamı ceberrut ailesinden ve Nazizm cehennemine teslim olan Avrupa’dan kaçarak geçmiş bir yorgun ruh... AS hakkında bugüne kadar yapılmış bir belgesel, bir de kurmaca film mevcut. Kısmetse, bunları önümüzdeki dönemde film festivallerimizden birinde görmeyi arzu ediyoruz...

(*)Bu tanışmaya aracılık eden sevgili Ahmet G.’ye teşekkürlerimle...

Pazar, Mart 04, 2007

In Memoriam