sinema vs.

Cuma, Ekim 03, 2008

Festival seyircisi olmanın dayanılmaz matraklığı

Vancouver Uluslararası Film Festivali (25 Eylül-10 Ekim) filmlerin başında göstermek üzere muhteşem bir spot serisi hazırlamış. Festival seyircisi olma halleri üzerine birbirinden sevimli portrelerden oluşan spotları Ray Pride da blogunda toplamış. (Teşekkürler, GreenCine...)

Etiketler: ,

Salı, Mart 18, 2008

Trendeki yabancılar

“Belgesel festivaline katılmak üzere, Dostluk Treni (Filia Express) ile Selanik’e doğru yola çıkıyoruz. Gece yarısından sonra tren sınıra varıyor; pasaport, gümrük kontrolleri derken bir türlü kalkmak bilmiyor. Neden sonra, kondüktör gelip durumu açıklıyor: Yolculardan birinin çantasında eroin yakalanmış, hem de 2 kg! Tren en az 4-5 saat kalkmayacak… Şu yorumu da eklemeyi ihmal etmiyor: ‘Böyle adamları asacaksın arkadaş. Başka çaresi yok bu işin!’

Açıksözlü kondüktörümüze tam da, iki cümleyle pek güzel özetlediği bu zihniyete karşı bir film yaptığımızı, ölüm cezasının ne menem bir uygulama olduğunu anlatan filmimizin gösterimine katılmaya gittiğimizi anlatamıyoruz tabii. Gecenin bu saatinde böylesi bir tartışmayı kaldıracak mecalimiz yok… Tren 7.5 saat gecikmeyle tekrar yola çıkıyor ve hayat kaldığı yerden devam ediyor. Selanik’te sosyal güvenlik yasasına karşı çıkan işçilerin dönüşümlü grevi gündelik yaşamın her alanına sirayet etmiş; her gün iki saat elektrik kesintisi oluyor, gazetecilerin grevi nedeniyle basın toplantıları erteleniyor, vs. Bu arada, bizdeki gibi ‘yalancı münafıklar’ diye işçilere saldırmak hiçbir siyasetçinin aklına gelmiyor. (Ne de olsa, batıdan ahlaksızlık kapmış bir siyasi geleneğimiz var bizim.) Sokaklarda biriken çöpten dağların arasından geçerek ulaştığımız salonlarda, dünyanın gidişatına dair filmler izliyoruz, bir hafta boyunca.”


Etiketler: , ,

Pazar, Temmuz 22, 2007

PPU


Filmlere gelmeden… Paliç’ten, hani nasıl derler, “bir efsane geçti”: Plastic People of the Universe (nam-ı diğer PPU), festival açılışında bir avuç seyirciye gerçekten unutulmaz bir konser verdi. 1968’de Prag baharıyla aynı günlerde doğan ve 80’lerin sonuna kadar Çek tarihinin hem kültürel hem de siyasi gündemini –kendi arzusu dışında- epeyce kaplamış bulunan, sadece ve sadece sevdikleri müziği yapmakta ısrar ettikleri için başlarına gelmedik kalmayan bu grubun öyküsünü okuyunca, insanın tek tek ellerini öpesi geliyor. Reel sosyalizmin özeti gibi duran işte bu yaşlı adamlar topluluğu (görece genç olanı dışında), sahnenin tozunu attı desek abartı olmaz. Abartı olsa bile başımız ağrımaz.

Neyse efendim, Paliç FF tefrikası devam edecek… Bu arada memleket, seçim sath-ı mailinin dibine vurdu vuracak. Aman ha, oyunuzu bağımlıların çöp kutusuna atmayın!

Etiketler:

Perşembe, Temmuz 19, 2007

ontheroad_son: paliç/subotica


Paliç, Sırbistan-Macaristan sınırında, köy irisi bir kasaba. Yakındaki Subotica kentinin sayfiye yeri ve adını kıyısında bulunduğu gölden alıyor. Anlatılanlara bakılırsa Subotica, Sırbistan’ın en kozmopolit kentlerinden biri: Sırp, Hırvat, Macar, Yahudi kimlikleri, herhangi bir üst kimliğe de gerek duymadan, iç savaş boyunca bir arada yaşamayı başarmış burada. Paliç ise, tropikal izlenimi veren ormanı, gölü, yeşillikler içindeki lüks villalarıyla, İskandinavya’nın taşra kasabalarını andırıyor ilk bakışta; ama kanında oluk oluk Balkan ruhu akıyor… Lübnanlı nihilist arkadaşım Wael’in gözlemlediği gibi, Avrupa’nın henüz Avrupalılaşmaya teslim olmamış köşelerinden biri.

Milliyetçi kıyım buralarda maya tutmamış, ama yine de gölün bulanık sularının altında bir savaş hatırası yatıyor, Clinton’ın hediyesi olarak. Yalnız Belgrad’ı değil, buraları da etkileyen 1999’daki NATO saldırısında havadan bırakılan bir bomba patlamamış haliyle gölün dibinde duruyor. Bu durum, kimseyi göle girmekten alıkoymuyor elbette.

İşte bu köy/kasaba, her yıl bu zamanlarda küçük ve de sevimli bir festivale ev sahipliği yapıyor: Paliç Avrupa Filmleri Festivali. Bu sene 14’üncü yılı; Istvan Szabo dahil olmak üzere bir avuç sinemacı buraya akmış durumda. Yalnızca akşamları, açıkhavada izlediğimiz filmlere gelince… Onları başka bir yazıya saklayalım, en iyisi.

Etiketler: ,

Perşembe, Mayıs 10, 2007

Sınırları aşmak…



Bakınız, şu saf Ecnebiler ‘tehlikenin farkında’ değil hâlâ… Arapça’nın ne menem bir tehdit olduğunu bilmiyor olabilirler mi? Tarihten hiç mi ders almamışlar? Aynı Arapça’ya özenerek, “Mediterranean Films Crossing Borders” yazmışlar; doğu dilinin kaligrafisi ile batılı harflerin izdivacından kendilerince bir espri üretmişler. Kerizliklerine yansınlar! Kemalist dogmatizmin resmi gazetesi mesajını dış dünyaya da duyurmalı; yarından tezi yok tehlikeye karşı yedi düveli uyarmalı…

Neyse efendim, konumuz bu değil. Diyeceğim şu ki, mahdumunuz bu MFCB’ın önümüzdeki hafta Cannes’da düzenlediği bir atölyeye katılacak. Evet efendim, Cannes Film Festivali’nin 60. yıl partisinde Gadjo da yerini alacak! Size oradan taze taze haberler geçecek... demeyi çok isterdim, ama heyhat! Büyük ihtimalle festivalin keyfini çıkarırkene, blog’unu iplemeyecek. Sayfanın tepesine ‘Yazarımız yurtdışında olduğundan yazısı elimize ulaşmamıştır’ gibisine fiyakalı bir not yerleştiren vefalı bir editörü de olmayacak...
Kimbilir, belki gaza gelip bol bol izlenim de yazar bakarsınız. Cannes virüsü bu, insana ne yapacağı bilinmez.

Etiketler: ,

Çarşamba, Mart 28, 2007

Festivalden...

Bu seneki Film Festivali'nin tanıtım filmi pek bir illegal...

Asia Argento, 5 Nisan'da DJ olarak Babylon'u yerinden oynatacak muhtemelen. Genç hayranlarının sorduğu sorular ile yanıtları da az eğlenceli değil. Türkiye'den Samira'nın sorusu ve el-cevap:

- Do you have a tip for us girls on how to conquer guys and feeling sexy?
- Stop shaving your armpits.

Etiketler: ,

Pazartesi, Mart 26, 2007

10 belgesel

“Yol kıvrımlı olunca, düzgün yürüyemezsin...”
--Roman atasözü



Meraklısı için İstanbul Film Festivali'nden seçme belgeseller:
  • Kara Altın
    İçtiğimiz bir yudum acı kahvenin, ta Etiyopya'larda başlayan acı ama gerçek öyküsü. Çokuluslu kartellerin bu alandaki marifetlerini gördükten sonra, bakalım her yerde pıtrak gibi biten Starbucks'lara aynı gözle bakabilecek miyiz?
  • Çingeneler: Kıvrım Kıvrım Yollar
    Amerikan belgesel sinemasının efsanevi isimlerinden Albert Maysles'in de çekimlerine katkıda bulunduğu bu şen şakrak film, en bilinen beş roman grubunun peşine takılarak seyirciyi benzersiz bir yolculuğa çıkarıyor. Bu karavanda herkese yer var...
  • Daima
    Günümüzün en yetenekli belgeselcilerinden Heddy Honigmann'ın son belgeseli. Yönetmenin en iyi filmi olmamakla beraber, Paris'teki Père Lachaise mezarlığına kurduğu kamerasıyla yine birbirinden güzel anlar/karakterler yakalıyor.

  • İran: Bir Sinema Devrimi

  • Büyük Satış

  • Ebu Garib’in Hayaletleri

  • Şeker Perde

  • Bu Filme Henüz Yaş Sınırlaması Getirilmedi

  • Gençler Yürüyor

  • Pasolini Yanıbaşımızda

* Keşke, Rold de Heer'in festivaldeki filmi On Kano'nun yapım serüvenini, nasıl bir sabır ve azimle gerçekleştirildiğinin trajikomik öyküsünü anlatan The Balanda and the Bark Canoes adlı belgeseli de izleyebilseydik!

Etiketler: ,