sinema vs.

Cuma, Ocak 26, 2007

Bir güvercin masalı

Arkadaşımın kızı Asya'ya, Sena teyzesinin yazdığı masal...

Bir adam varmış. Adam’ın bir bahçesi, bir de Köpeği varmış.
Adamın bahçesinde bir havuz, havuzda balıklar ve ağaçlar, çiçekler varmış.
Bir gün, bir Güvercin konmuş adamın bahçesine.
Adam, Güvercin’i görmüş, güvercin de Adam’ı görmüş.
Güvercin, balıkları, güzel çiçekleri ve çeşit çeşit meyve veren ağaçları da görmüş ve çok sevmiş bu bahçeyi.
Adam, Güvercin için önce hiçbir şey hissetmemiş. “Bir güvercin işte” demiş.
Ama bir süre sonra, Güvercin’in “cik cik” diye öttüğünü duymuş.
Adam, kulaklarına inanamamış bunu duyunca. Çünkü Adam’ın bahçesinde her şey sessizmiş. Balıklar sessizmiş, çiçekler sessizmiş, ağaçlar sessizmiş.
Bu bahçede bir tek Adam konuşurmuş. Köpeğe gelince o da sessizmiş çünkü o sahibinin kendisinden başka hiç kimsenin konuşmasından hoşlanmadığını biliyormuş. Köpekler, sahiplerini severler ve onlara çok sadıktırlar.
İşte bu Köpek de sahibini çok seviyormuş, ona çok sadıkmış, o neyi severse o da onu sever, o neye kızarsa o da ona kızarmış.
Ha ne diyorduk? İşte Adam, Güvercin’in “cik cik” diye öttüğünü, bir daha, bir daha öttüğünü duyunca çok sinirlenmiş.
“Nasıl olur da benim bahçemde biri benim dilimden başka bir dilde bir şeyler söyleyebilir?” demiş.
O andan itibaren de Güvercin’i bahçesinden kovmak için elinden gelen her şeyi yapmaya başlamış.
Ama Güvercin bahçeyi çok sevmiş bir kere ve gitmeye de hiç niyeti yokmuş doğrusu buradan.
Adam, Güvercin’i kovamayınca onu cezalandırmaya karar vermiş ve bir gece Güvercin uyurken yavaş yavaş yaklaşmış, bir çarşaf atıp üstüne onu yakalamış. Zavallı Güvercincik derin uykusundan uyandığında kendini Adam’ın ellerinde buluvermiş.
Çok kızgın olan Adam, onun iki kanadını da “çıt” diye kökünden kırmış ve “hadi bakalım öt şimdi de görelim cik cik diye” demiş.
Kopek de büyük bir sadakatle Adam’ın yanı başında durmuş, efendisini seyrediyormuş. Adam kızdığı için, niye kızdığını pek de anlamadığı halde o da kızmışmış Güvercin’e.
Zavallı Güvercincik kırık kanatlarının acısıyla tam cik demiş dememiş ki, Köpek bir hamlede atılıp onun incecik boynunu ısırıvermiş.
O günden sonra güvercinler insanların bahçelerine hiç konmamışlar Asya’cık. Onlar hep büyük kubbelerin önündeki ve büyük çınarların altındaki meydanlarda-o da toplu olarak gezmişler… Çünkü ne olur ne olmazmış Asya’cık.

Not: Adam’ın adı Talat, Güvercin’inki Hrant’mış. Köpeğin adı masallarda olur ama tarihte olmazmış.

Sena Adalı

Çarşamba, Ocak 24, 2007

Hrant ve Türkler

Bir avuç avuntu arayışından olsa gerek, günlerdir net'te deli gibi Hrant yazıları okuyorum. Blog alemine anlaşılmaz, hatta ürkütücü bir kayıtsızlık hakim... Sahi, iletişim devrimi yaratacak yeni medya platformu bu muydu? Böylesine sıcak bir gelişme karşısında, blogger'ların eli klavyeye gidemiyor mu? Söyleyebilecekleri şeyler bu kadar cılız mı? Ya da bir cinayetin, tek başına geleceğimizi ne denli karartabileceğinin ayırdına henüz varamamış olabilirler mi? Her neyse...

Yine de Hrant'in ardından, basında epeyce güzel söz sarf edildi. Mide bulantısı yaratanları geçiyorum, ama karşıtlarına dahi tuhaf bir ilham verdi Hrant'ın ölümü. Hani önceki yazılarını bilmezsen iki yüzlü olduğunu anlamayacağın kalemlerden bile yaratıcı cümleler döküldü kimi kez... Bu bir anlık insaniyet şokunu da Hrant'a borçlusunuz ya, şu allahın işine bakın!

Hepsi bir yana; şu iki yazı, kesip duvara asılacak cinsten: Hrant ve Türkler. Böyle yazınca, yeni bir başlık gibi oldu, ki bu yazı da yazıldı/yazılıyor/yazılacak.

Aram yoktur pek futbolla, ama sabah güzel bir 'futbol' yazısı bile okudum. Üstelik, sinema yazarlığından terfi etmiş değerli bir imzadan: “Maç daha bitmedi”…

Bir de, ekşisözlüğe taze eklenmiş içten bir giriş...

Okuma notları

Efendim, katilin örgütsel bağlantısı saptanamamış. Şey pardon, konu henüz soruşturma aşamasındaymış... Meğer cinayette ‘siyasi’ boyut yokmuş. Azmettiren kişi, mahalle arkadaşıymış... vs. vs.
Buyrun size örgütsel bağlantı konusunda ipuçları verecek bir uzman görüşü. Bu topraklarda yetişmiş bir başka azınlık mensubunun, Herkül Millas’ın kaleminden:

“…Uluslar saptanmakla kalmamış, kimileri daha üstün kimileri ise daha aşağı görülmüştür. Sosyal Darwinist bir anlayışla da üstün olanlara, örneğin Aryan ırkına, dünya nimetlerinden eşit olmayan bir pay vermek uygun ve bir hak sayılmıştı. Irkçılar başka uluslara karşı içlerinde beslediği kini, çeşitli bahanelerle meşrulaştırıp saldırgan eylemlere yönelmişlerdi. R. Barth ilkel toplumlardan başlayarak tüm toplumlarda görülen grup kimlik duygusunun, ‘dışlayan’ bir bilinç olduğunu söyler; ‘barbarlar’, ‘gavur’ nitelemeleri tipik örneklerdir. Ulusçuluk da kendi grup kimliğini bu dışlayan duygu ve yaklaşım üstüne kurar.

“Kültür bir yaşama biçimi, çevreyle belli bir ilişki içinde olma yordamı ise, bir sanat uygulaması, bir teknik ve ekonomik etkinlik biçimiyse, zamanımızdaki dünya insanları arasında, özellikle komşu ülkeler arasında bu ‘kültür birliği’ ya da ‘kültür yakınlığı’ hiç olmazsa belli bir dereceye kadar doğal olarak vardır. Ama ulusçu ideoloji kişilerin bunu görmelerini engeller. Kendilerini, hemen hemen aynı ‘kültürü’ paylaştıkları (ve başka bir ulus olan) komşu insanlara yakın görmezler, binlerce yıl önce ve bütünüyle farklı bir ‘kültür’ün insanları olan kimselere –tarihin karanlıklarında kaybolan bu insanlara ‘atalarımız’ denir- yakın görürler.”
--Herkül Millas, Yunan Ulusunun Doğuşu

Demek ki neymiş: Hrant’ın katili ulusalcı ideolojidir. Sırtını dayadığı örgüt, dünyada iki yüzyıldır egemen olan gelmiş geçmiş en büyük örgüttür. Bugüne kadar milyonlarca insanın canını almıştır ve ne yazık ki, daha da çok alacaktır.

Pazar, Ocak 21, 2007

"yarım ağız taziyeler"

fazla söze ne hacet...

Cuma, Ocak 19, 2007

Salı, Ocak 16, 2007

Üç şehir

"The mystery of the world is the visible, not the invisible."
O. Wilde


1, 2, 3 mekan, üç fotografik hikaye...
Arif Aşçı’nın İstanbul’u, M*A*S*H Irak - Thomas Dworzak, Londra’nın yitik kuşağı - Simon Wheatley.

Salı, Ocak 09, 2007

365 gün

Bir erkeğin aynı kadına 50 yıl boyunca tutkulu bir aşkla bağlı olması mümkün müdür? Üstelik kadın evli ve çocuklu, aşk da düpedüz platonikken? 14. yüzyılda yaşamışsanız, hele adınız da Francesco Petrarca ise, pekala mümkün demek ki. Şair, Laura adlı genç kadınla kilisede karşılaştığında tarih 6 Nisan 1327 imiş; kadıncağız 21 yıl sonra vebadan öldüğünde takvim yine 6 Nisan’ı gösteriyormuş. Laura'ya duyduğu ölümsüz sevgi, kadının ölümünden sonra da sürmüş, Petrarca ona şiirler dizmeye devam etmiş. 365 soneden oluşan Canzoniere işte bu şiirlerin toplamından oluşuyor; yılın her günü için bir şiir…

Kendisi de bir şair olan, ‘underground’ sinemanın yaşayan en önemli isimlerinden Jonas Mekas, 2007’de buna benzer bir işe kalkışıyor.
365 film projesi kapsamında sitesine her gün bir kısa film yüklüyor. Download işlemi biraz dolambaçlı olmakla beraber (şurada bir yol tarifi var), filmleri gününde ücretsiz indirebiliyorsunuz. 84 yaşındaki sinemacı, Petrarca’ya adadığı bu çalışmayı yıl sonuna kadar sürdürür umarım. Çoğu sinemasal bir değer taşımasa bile, New York entelijensiyasıyla dirsek teması içinde olan emektar bir sinemacının hayatından görsel kesitler izlemek, yeterince ilgi çekici… Bugünkü 6 dakikalık film örneğin, Mekas, Susan Sontag ve Bela Tarr arasında geçen, 2001’de kaydedilmiş bir muhabbetin video kaydı; neden ‘e-mail’ kullanmadıklarını tartışıyorlar…

‘365 gün’ oyununu müziğe taşıyanlar da var. Ve yine New York merkezli bir proje: Bağımsız
wfmu radyosu, eski plaklardan her gün en az bir şarkıyı mp3 olarak sunuyor. (Ki radyo, 2003’te de aynı işi yapmış.)

Fotoğrafçılar geri durur mu? Bu da Toronto’da yaşayan bir İranlının, fotoğrafçı Sam Javanrouh’in
sitesi. Üç buçuk yıldır istikrarlı biçimde sürdürdüğü bir uğraş; Sam, nam-ı diğer WVS (ismini ters-yüz ederek elde ettiği bir nick), sitesine her gün yeni bir fotoğraf yerleştiriyor. İmleçi üzerine getirince, bu güzel karelerin teknik/çekim detaylarını da görebiliyorsunuz.

Biraz geç ve tereddütlü oldu ama; nice 365 günlere demek için hala sebebimiz var demek…